Xativa'nın ilginç ve zengin tarihinden sonra, Valencia bölgesinin sahil kasabalarına giden A7 otobanında yol alıyoruz. Katalonya sınırına kadar kıvrılarak uzanan meşhur Costa del Azahar yeni keşif rotamız. Türkçeye "Portakal sahili" olarak çevirebileceğimiz Costa del Azahar, Costa Valencia ile Costa Dorada arasında yer alıyor.
Yolumuzun geçtiği ovalar ve dağlar, en az Xativa kadar zengin bir geçmişe tanıklık yaptığını kanıtlarcasına bazen sadece bir duvarın veya bir kulenin ayakta kaldığı bir kale, bazen de tarihi bir manastırın kalıntılarıyla karşılıyor bizi...
Castellon iline bağlı olan bu bölgede, 19 kilometre uzunluğunda bir alanı kaplayan Desert des Palmes sıra dağları denize paralel olarak uzanıyor. 1987 yılından beri milli park statüsünde bulunan bu dağlık topraklarda pek çok tarihi kasaba bulunuyor. Ancak bunların önemli bir kısmı terkedilmiş durumda.
yol boyunca portakal bahçelerinin biri bitiyor, diğer başlıyor... |
Önümüzdeki tepelerde belli belirsiz kalelere benzer kalıntılar gözüküyor. Bazısı oldukça yüksekte, nasıl inşa etmişler bu kaleleri dağların tepesinde bu kadar yükseklere; bu da elbette ayrı bir araştırma konusu.
Şimdi sahile daha yakın olduğumuzu hissediyoruz, rüzgarın kokusu, toprağın rengi değişti. Yolumuz denize kavuştu kavuşacak...
Almenara işaretini görmemizle yeşilden pek nasibini almamış bir dağ çıkıyor karşımıza, işte onunda bir kalesi varmış bir zamanlar, şimdiye kadar gördüklerimize bakarsak, çok da fena değil durumu. Almenara tarih içinde Romalılar ve Araplardan izler taşıyor, ama Arap etkisi oldukça belirgin, ismi bile böyle bir çağrışım yapıyor.
Almenara kalesi ve dağın eteklerinde Almenara.... |
Buradan sonra artık Almanların ve İskandinavların başını çektiği yazlıkçılarıyla Costa del Azahar sahilinin tatil kasabaları başlıyor. Geniş plajları ve tatil siteleriyle bilinen kıyı kasabaları boyunca çevre ve estetik kaygısından uzak betondan setler örülmüş. Turizmin yeni yeni geliştiği 1970'lerin sonlarından itibaren hızlı bir yapılaşma başlamış, yüzlerce otel ve motelin dışında site şeklinde yüksek apartmanlar da inşa edilmiş, duyduğum kadarıyla çoktan pişman olmuşlar ama artık geriye dönüş olmuyor.
Akdeniz malum çarşaf gibi bir deniz değil, çoğu sahillerde köpüren dalgaları korkutucu olabiliyor, üstelik Kasım ayındayız, bu yüzden sessizce kumlara yayılan yumuşak dalgalar beni şaşırtıyor. Sahil oldukça kalabalık. Yazlıkçıların ülkelerine dönmesiyle birlikte sahiller de halka kalıyor...
Benicassim - boşalan plajlar yöre halkına kalıyor sonbaharda... |
Benicassim Costa del Azahar |
çarşaf gibi bir deniz, masmavi bir gökyüzü... |
Eski bir gözetleme kulesi... |
Denize paralel giden yol bazen kayalık olan sahile ayak uydurarak biraz içeri giriyor, sonra ummadığınız bir anda tekrar Akdeniz'in muhteşem maviliğine kavuşuyorsunuz. Artık kaleler, eski kilise ve manastırlar bitti, kayalık burunlarda eski gözetleme kuleleri ve deniz fenerleri çıkıyor karşımıza... Rüzgar kuvvetleniyor saatler geçerken, ne de olsa kış kapıda.
Benicassim sadece turistik bir sahil şehri değil, dünyaca meşhur bir festivale de ev sahipliği yapıyor. FIB uluslararası müzik festivali, her sene dünyanın en iyi müzisyenlerinin, en gözde toplulukların sahne aldığı önemli bir etkinlik. Bu sene 17 - 20 Temmuz tarihlerinde gerçekleşecek olan festivale 50,000 kişinin katılımı bekleniyormuş.
Benicarlo, Peniscola, Benicassim... hepsi Costa Del Azahar'ın gözdeleri... Birbiri ardınca sıralanan "Mavi bayraklı" güzel plajlarda yüzemesek de kumun sıcaklığını hissetmek için ayakkabılarımızı çıkarıyor, keyifle yürüyoruz.
Geleneksel mimari/yöresel mutfak gibi özellikleri giderek azalmış olsa da, Costa del Azahar tanrının kendisine lütfettiği doğal güzellikleriyle bile ziyaretçilerini fazlasıyla memnun ediyor. Bundan sonra yolculuğumuz artık Katalonya bölgesine, Costa Dorada kıyılarına devam ediyor. Tarihi şehir Tarragona ilk durağımız olacak.
Hayatımda gördüğüm en yüksek palmiyeler... |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder